E-yardım – Güzel Bir Düşüncenin Acı Hikayesi

Hep konuşuyorduk masa başında… Okumuş insanlarıydık ülkemizin, zeki insanlardık, vatanımızı seviyorduk….O zaman ne duruyorduk? Harekete geçmeli ve milletimiz için biz de birşeyler yapmalıydık….

Konuşmakla birşey olmayacağı kesindi. Tanıdığım ve güvendiğim tüm arkadaşlarıma fakirlere yardım yapmak istediğimden bahsettim. Çok fakir vardı her köşede ve biz de ufak ufak yardım edebilirdik kendi çapımızda… Herkes yardım projemde destek sözü vermişti sağolsunlar. Bu manevi destekle hemen kolları sıvayarak işlemlere koyuldum.

İsim bulalım dedik önce.. Herkes kulağa hoş gelen isimleri yazdı kağıtlara.. Amacımıza en uygun ismi bulmalıydık… Amacımız yardım edende de edilende de ayırım yapmamak olacaktı. Dil, din, ırk ayrımı yapmayacak ve sadece ihtiyaçlı olmasına dikkat edilecekti ailelerde. Herkese kapımız açık olacaktı. Derneğimize en güzel uyacak ismin EVRENSEL olduğuna kara verdik oylama sonucunda. Evrensel kelimesinin altında bu kadar ezileceğimizi nereden bilebilirdik?? Bilseydik bunu, en başından “Ehli Sünnet Ve’l Cemaat Yardımlaşma Derneği” adını alırdık zaten…

2003 yılı Nisan ayında resmi dernek kuruluşunu gerçekleştirmiştik. Herşey resmi olsun istedim. Ülkemizde yardım adı altında neler yapıldığını hep duyuyoduk çünkü…Hiçbir dedikoduya yer vermemeli ve yardımlarımıza odaklanmalıydık sadece.. Bu nedenle herşey resmi olmalıydı. Devletimiz bizi incelesindi tabii ki..Korkacak birşey yapmıyorduk ki..

Yönetim kurulumuzu ve tüzüğümüzü hazırladıktan sonra başkanlık görevine seçildim ve görevime başladım. Dernek kuruluşu gerçekleştikten bir ay kadar sonra merkez karakola davet edildim ve ufak çaplı bir ifadem alındı orada. Neden Evrensel? Arkanızda kimler var? Gibi basit sorular soruldu.. Dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım amaçlarımızı..

Bir yandan maddi destek bulmaya çalışırken, diğer taraftan fakir aileler buluyor ve yerlerinde ziyaret ederek tesbit yapıyorduk fakir olup olmadıklarına dair ailelere. Hata yapmayalım diye her aileye 2 gönüllümüzü gönderiyor ve arka odalara da bakırıyorduk çünkü birçok aile giriş kısmında çok fakir görüntü verirken arka odalarda lüks yaşam standartlarıyla yaşıyorlardı. Sahtekarlık maaleef insanların bazısının hayat felsefesi olmuş… Biz elimizden geldiğince tesbitleri en sağlıklı şekilde yapıyorduk.

Ailelerin istatistiksel bilgilerini de almaya çalışıyorduk bu arada. Kaç çocuk yaşıyor ailede, yaşları nedir? Çalışan kaç kişi var ailede? Elektrik, telefon ve su gibi harcamaları hakkında bilgi alıyorduk, beyaz eşyalarına kadar kayıtlarını tutuyorduk ki ilerde ihtiyaçlarına sağlıklı destek olabilelim diye….

Maddi destek bulma en büyük sıkıntımızdı en başından beri. Hep beni tanıyan dostlarım yardım ediyordu ve bizi inceleyen ve güvenen üç beş yeni yüz… Gerisi hep önyargılıydı bize. ARKANIZDA KİMLER VAR? Sorusu hep soruluyordu…

EVRENSEL YARDIMLAŞMA DERNEĞİ’nden geliyoruz dediğimiz anda kapılar anında kapanıyordu çoğu yerde. Solcusunuz siz, kürt müsünüz? Pkklı mısınız? Değiliz adımız evrensel çünkü evrensel bir amacımız var, biz müslümanız ama içimizde her kafadan gönüllümüz var, müslümana da ateiste de ihtiyaçlıysa yardım ederiz. İslam dinimizde müslüman olmayana yardım etmeyin denilmiyor ki zaten! Kim dinler sizi…..

Kendimizi tanıtalım istedik.. Anlatalım kendimizi.. Site kurduk . Mail attık binlerce insana. Yaptıklarımızı anlattık, projelerimizden bahsettik maillerimizde… Cevap mailleri geldi tabii ki.. Bin mail geldiyse 800 tanesinde küfürler ediliyordu bize…Neden? Bilemiyorum.. Ne yapmıştık ki bu küfürlere maruz kalıyorduk asla anlayamacağım…Fakire hizmet etmek bu kadar kötü birşey olmalıydı demek ki. Mail atmayı bıraktık sonra…

İnternet sitemizi gezen bazı arkadaşlar içimizdeki ÜNLÜLERİ soruyordu nedense..Maalesef İbomuz, Hülyamız, Sedamız hiç olmadı bizim…Sadece bir tane mankenimiz oldu, o da o dönemlerde kaybettiği imajını düzeltebilmek adına basını çağırıp,gelip show yapıp gitti. İmajı düzelttikten sonra bir daha sormadı bile ne yapıp ettiğimizi. Bizim ünlü abilerimiz ablalarımız olamadı hiç o anlamda….

Basın kuruluşlarıyla irtibata geçelim dedik. Televizyon kanallarına önce ulaşmaya çalıştık… FORMATIMIZA UYMUYORSUNUZ! Dediler. Onların formatı çünkü hip hop kültürü idi. Biz ise fakirlerle uğraşıyordukü seyirci sevmezdi bu yayınları pek. Hem bir kaç kanal zaten yayın yapıyordu o konuda. Gerek yoktu yani….

Bir kanal sadece ılıman baktı o dönemde.. Bir sanatçı!mızla birlikte ailelerimize gidilecek ve gösterilecekti bu her hafta o kanalda. Ailelerimizi rencide etmek istemediğimiz için biz kabul etmedik o teklifi zaten…

Bir dini yayın yapan kanal ise epey düşündükten sonra senelik 30 milyar verirsek yayına alacağını söyledi. Onlar da bizi kendi amaçlarına alet edecekleri için gene kabul etmedik, hem zaten o kadar parayı bulsak binlerce aileye direkt yardım edebilirdik ki…

Gazetelere reklam verelim istedim sonra. 7×14 cm boyutunda bir tek reklama 1 milyar TL istei gazetelerimiz. En kıytırık gazeteler ile uçuk fiyatlar istediler. O parayı bile vermek açıkcası ağır geldi maddi sıkıntılar dolayısıyla.

Gazeteye, televizyona haber niteliğinde hizmetlerimizde basına haber verelim dedik, bu sefer de içimizdeki gönüllüler bize SİZ REKLAM PEŞİNDE MİSİNİZ? Yakışmaz bize reklam dediler ve gene adım atamadık o anlamda da.

Birçok insanımız bize neden KREDİ KARTIYLA yardım almadığımızı hep sordu. Oysa bu bizim hatamız da değildi. Anlatayım….. Bankaların maalesef hiçbirisi bizi amaçlarına uygun bulmadı. Cironuz ne kadar olacak dediler, büyük rakam veremedik. Onlar istiyor ayda bilmem ne kadar yüzbin dolar para dönsün ki size sistemi açsınlar. Dini finans kurumları da buna dahildir…..

Dedik SMS ile yardım programı yapalım. Sms sistemleri bizden 500.000 sms garanti istedi en başından… Veremedik tabii ki…reklm yapamayan bir dernek 500.000 sms rakamına nasıl ulaşabilirdi ki? O da olmadı maalesef.

Biz bu destek arayışlarıyla cebelleşirken aileler de her 3 ayda bir erzaklarını almaya devam ediyordu, erzak parası bulacağız diye dilenci gibi sağa sola koşturuyordum ki denk getirebileyim erzak paralarını…

Erzak harici daha birçok yardım da yapıyorduk bu zorluklar içerisinde.. Kömür dağıttık mesela her aileye birer ton. Okul döneminde eğitim desteği verdik, sağdan soldan çanta, defter, kalem ayarlayıp her öğrenciye bir çanta ulaştırdık. İş bulduk 10 aileye. Sağlık desteği verdik birçoğuna. Ev eşyaları dağıttık yüzden fazla aileye….

Yardımları toplu dağıttığımız dönemlerde hep muhtarlar çevremizde dolanıyordu, sonradan anladık ki kendilerinin bu desteklerin arkasında olduğu imajını vermek için yanımıza bitiyorlarmış yardımlar sırasında… Ne acı….

Belediyelerle görüştük, destek istedik, öyle kaldı isteklerimiz. Ne bir yer verildi bize ne de destek….

Çoğu gönüllümüz zamanla dağıldı.. Herkes güçlünün yanında olmayı sever haklı olarak.Maddi veya manevi gücünüz yoksa yalnız kalmanız kaçınılmazdır. Biz de kaldık sonuçta 3-5 gönüllü. Aile sayımızı 150’ye düşürdük. Elimizden gelen yardımı yapmaya gayret ettik.

Çevremizde bize destek vermesini beklediğimiz birçok arkadaşımız, kendi cemaat ya da partilerine ait olmadığımız için sahiplenmediler hizmetimizi, üstelik kötülediler sağa sola, yardım edenlere de engel oldular bazıları….Canları sağolsun hepsinin….

Bir yardım derneği hikayesi burada son buluyor…. Ülkemi insanına yardım etmek istedim, gerçekten çok çalıştım başarılı olalım diye.. Dünyaya ulaşalım sonra istedim buradan yola çıkarak.. Dünyada aç kalmayıncaya kadar birlikte savaşalım açlıkla istedim… Ama ütopyaymış bu ne acıdır ki…

Dünya parsellenmiş.. Devletler bölmüşler insanları önce parçalara… İnançlar dağıtmış, politikacılar ezmiş, cemaatler kaymağını yemiş… Bir yerlere bağımlı olmayan kaç kişi vardır diye sorarım size? Ve bağımlı olduğu gruba destek olmayan var mı? Destek olmayınca aralarında yer alma şansı var mıdır peki?

Biz bir yere ait değildik.Herhangi bir cemaate ya da bir partiye bağımlı da değildik. özgürdük…Aslında en büyük hatamız da buydu… Büyük konuşmak gibi olacak ama DÜNYADAKİ YARDIM KURUMLARI İÇERİSİNDE HİÇBİR GRUBA, CEMAATE, DİN İNANCINA, DEVLETE, POLİTİK PARTİYE YA DA TİCARİ AMACA SIRTINI DAYAMADAN HİZMET VEREN TEK YARDIM DERNEĞİ BİZDİK…

Biz de pes ediyoruz artık…. Artık bedenim bu kadar ağır yükü kaldıramıyor.. Hem madden, hem manen çok yıprandım..

Küçük dünyama geri dönüyorum biraz kırgınlık, biraz sitemle..

Bugüne kadar yanımda olan dernek çalışanlarıma, yapılan hizmetlerde maddi ve manevi destekleriyle çalışan tüm gönüllülere sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

5.11.2006

Tayland Ve Yönetim Değişikliği

 20 Eylül tarihinde Tayland`da Ordu darbe düzenleyerek iktidarı ele geçirdi.Başbakan Thaksin Shinawatra yurtdışındayken askerler Başbakanlık Binası’nı ele geçirerek televizyondan yayın akışını değiştirdi ve olağanüstü hal ilan edildi.

Tayland seyahatim sırasında Thaksin Shinawatra’nın, yani devrik başbakanın halk tarafından çok sevilmediğini öğrendim. Thaksin çok zengin bir kişi iken, politikaya da atılmış ve servetinin bir kısmını bu uğurda harcayıp halkı etkileyip başbakan olmayı başarmış. Halk ticarete kafası çok çalışan bu liderden çok hizmet beklemiş ama gelelim ki Thaksin kendi ailesini daha da zenginleştirme adına hep yeni kanunlar çıkartmış. Halk da zaten bunu görünce ona olan sevgi ve saygısını kaybetmiş…

Kral’ın da desteğini alan Ordu, Thaksin Amerika’ya ziyarete gittiğinde ihtilali gerçekleştirmiş… Halkın ihtilalcilerle çatışması beklenirken insanlar askerlere çiçekler uzatmış, birlikte fotoğraflar çekilmişler.

İhtilal hiçbir zaman tasvip edilecek bir şey değil ama yöneticiler akıllı hareket etmedikleri sürece Tayland’daki gibi sonuçlar olabiliyor. Tayland ihtilalinde halkın sakin davranmasında en büyük etken KRAL Bhumibol Adulyadej. Kral halk için TANRININ GÖLGESİ..Ölen kralların putlarına tapılıyor. Kutsal kabul ediliyor. O nedenle kralın halk üzerindeki gücü kan akmadan bu ihtilalin gercekleşmesindeki en büyüt etken bence….

9.10.2006

Şeker Bayramı Ne Demek?

Dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum ama dehşetle izlediğim bir kelime oyunu oynuyor birileri son dönemlerde….Türkçemize damla damla sokulan bir sürü yeni kelime var, bunların çoğu basın yoluyla dilimize kazandırılmakta…

Son günlerde ŞEKER BAYRAMI terimine takıldım… Dini bayramlarımızdan biri Ramazan Bayramı, diğeri de Kurban Bayramı biliyorsunuz. Peki şeker bayramı ne oluyor bu durumda? Müslümanların Ramazan ayında tuttukları oruçlarının kutlamasıdır Ramazan Bayramı. Bu bayrama şeker bayramı demek için cidden problemli bir yaklaşımda olmak gerekiyor bence…

Hristiyanların Paskalya Bayramlarına Şeker Bayramı adı verilmiyorsa benim Ramazan Bayramı’ma da kimse şeker bayramı adını veremez diyorum ben…

Gazetelere bakınca özellikle tur şirketlerinin şeker bayramı programlarını esefle izlemekteyim..

Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar kimse bana şeker bayramı dedirtemeyecek ama onu bilsinler….

25.09.2006

Papa…senin Derdin Nedir?

 Dünyada savaşsız geçmiş bir 10 yıl yok tarih boyunca…İnsanlar ayrı düşüncelerinde inat etmiş ve anlaşma yerine savaşmayı tercih etmişler… Milyonlarca insan ölmüş bu savaşlar yüzünden….

Tarihteki savaşların bazısı ise yüzyıllarca sene devam etmiş…Din çatışmaları adı altında sayılan bu savaşlardan biri de İslam-Hristiyan çatışması…. İslamın kuruluşuyla birlikte başlayan fikir çatışması maalesef dalga dalga devam etmiş ve günümüzde de devam ediyor.

– Hristiyanlara göre biz müslümanlar kafiriz çünkü yeni bir din çıkarmışız….
– Müslümanlara göre hristiyanlar kafirdir çünkü ALLAH’a eş koşmaktadır hristiyanlar. (İSA TANRI’NIN OĞLU dedikleri için)
– Yüzyıllar boyu biz cihat etmişiz, onlar Haçlı seferleri yapmışlar…
– Halen hristiyanlık ta yokedilememiş, islam da gelişimine devam ediyor.

Son yıllarda pasif bir savaş var dinler arasında… Danimarka’dan bir karikatür oyunu çıkartıldı, yoklandı müslümanların tepkisi….Şimdi Papa kalkıp islam dini ve Peygamberimiz (SAV) hakkında çok fütursuzca açıklamalarda bulundu. Koskoca papa öyle bilinçsiz konuşma yapma yetkisine sahip değil unutmayın…
Söyleyeceği her cümle 6 ay önceden hesaplanır onun…. Kullandığı her cümle aslında istenilen bir SONUCUN ilk adımını oluşturacak adımlardýr…. Papa bu saldırısıyla islam ülkelerinin dini bağlılıklarını yoklamaktadır. Verilecek tepkiler bir sonraki demeçlerin altyapısını oluşturacaktır.

Hazır olun yakında dinler arası bir savaşı başlattığı için tarih sayfalarında bu papanın adı kanlı harflerle geçecektir. İnsanlar barış içinde zor yaşarken, bu ne idüğü belirsiz demeçlerle ortalığı karıştırmayı başaran BÜYÜK BİR ZAT maalesef özür dilemeyi bile kabul etmemektedir.

Peki bir çok ülkede bu demeçlerden sonra ateşe verilen kiliselerin, öldürülen rahiplerin günahı kime aittir??

Papa! Haddini bil…..Bildirirler vallahi…. Benden söylemesi…Aç tarih kitaplarına bir bak istersen…..

Haa..bir de…tarih kitapları bir KADIN PAPA hikayesinden bahsediyor…O konuda neden hiç konuşmuyorsun Papa? Bize saldırmadan önce o konuyu bir aydınlatsan diyorum…

NOT:
Efsanevi kadın papa:
PAPALAR listesine bakacak olursanız, Papa IV. Leo’nun 855’te ölmesinden sonra yerine III. Benedict’in geçtiğini görürsünüz. Ancak bazı ortaçağ yazarlarına göre bu liste eksiktir. 11. yüzyılda yazan bir keşiş şöyle diyor: ‘‘Papa Leo 1 Ağustos’ta öldü. Onun yerine geçen ve bir kadın olan John iki yıl beş ay ve dört gün papalık yaptı.’’

Papa Joan, ya da VIII. John efsanesi Katolik Kilisesi’ni yüzyıllardır rahatsız etmektedir. 9. yüzyılda bir kadın papanın varlığını kanıtlayacak herhangi bir şey olmamasına rağmen daha sonraki yüzyıllarda bu hikáye öyle yaygınlaşmıştır ki, 1601’de Papa VIII. Clement olayın uydurma olduğunu ilan etmek zorunluluğu hissetmiştir. Ve hatta 1886’da Papa Joan hakkında bir roman yazan Yunanlı Emmanuel Roydis aforoz edilmiştir. http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/01/03/10/yasam/05yas.htm

18.09.2006

Telefon Vergisi

 Olur da yurtdisindan gelirken yaninizda bir cep telefonu alirsaniz, basiniza ciddi bir bela aldiginizi bilemenizde fayda var.
Yurtdisindan fatura ile aldigim cep telefonunu yurda sokarken, gumruk islemlerini yaptirmak istedim… Bavullarimi aldiktan sonra cikis kapisindan once bir masa koyulmus, telefonunuzu buradan kaydediyorsunuz once faturasiyla… Sizi ekspere gonderiyorlar yan odada.. Orada elinizdeki telefon eger cok yeni ise muadili bir telefonun vergisini yaziyorlar. Odemek icin nereye gideceksiniz? Hazir olun… Cikis yapiyorsunuz once disariya…Ust kata cikiyorsunuz…Guvenlikten gecerken 10 dakika zaten saatinize kadar cikartiyorlar gorevliler, neyse o sikintiyi geciyorsunuz, Maliye masasina geliyorsunuz Dis Hatlar Gidis bolumundeki. Oraya vergiyi yatiriyorsunuz.. Bitmedi… Fotokopiciye gidiyor ve elinizdeki dokumanlarin fotokopilerini aliyorsunuz.. sonra….asagi Dis Hatlar Gelis bolumune donuyorsunuz. Bu arada en az yarim saatinizi kaybettiniz bile… Kapidaki gorevli size neden iceri gireceginizi sorunca sadece gulumseyerek elinizdeki dokumanlari gostermeniz yeterli oluyor…. Giriyorsunuz iceri.. Ayni masaya geliyorsunuz.. Damgalaniyor dokumanlar ve size bu sefer de telefonununuzu actirmak icin sehir merkezindeki Turkcell,Telsim veya Avea Servis merkezlerine gitmeniz soyleniyor. Telefonunuzu vergisini verseniz dahi hemen actiramiyorsunuz. Telefon hizmet saglayicilarinin islemini hic anlatmayayim isterseniz, kendiniz gitmek zorundasiniz onu bilin sadece:) 30 gun icerisinde bu islemler saglikli olursa ancak aciliyor telefonunuz….

Simdi soruyorum size:
1- Ben teknolojiyi yakindan takip eden bir insanim.. Ulkemizde bulamadigim bir telefonu alma ozgurlugum neden yok?
2- Turkiye`de satilan en son telefon modellerini yurtdisinda 6 ay onceden bulma sansim varken neden Turkiye`ye gelmesini bekleyeyim?
3- Hadi telefonu cok begendim ve aldim, vergisini odedigim anda neden telefonum acilmiyor?
4- Neden alt kat ust kat arasi mekik dokunduruluyor insanlara? elinizde bavullarla bu iskenceyi cekmek zorunda misiniz?
5- Vergisini bile verirken insanlara cektirilen bu iskence niye?
6- Islemin yapildigi masa ayni zamanda verginin odemesini neden alamiyor? Bu bu kadar imkansiz mi? Neden ust kata o kadar islemden gecirilerek gonderilip tekrar geri getiriyorsunuz insanlari?

15.09.2006

Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun

  Bir Astsubaydan….

…..ili kırsalında teröristlerin dur ihtarına ateşle karşılık vermesi
sonucu çıkan çatışmada güvenlik görevlisi şehit oldu.

Ya da …..ilinde devriye görevini yerine getiren aracına açılan ateş
sonucu..güvenlik görevlisi şehit oldu.

Ya da ……ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu
asker yaralandı..

Bu nasıl başlar biliyor musunuz?

Hava o kadar sıcaktır ki beyninizdeki sıvının buharlaşıp uçtuğunu
düşünürsünüz. Oluştuğu anda kuruyup giden ter damlacıklarından geriye kalan
tuzlar yüzünüzün ve hatta elbisenizin her yanını kaplamıştır.

Avucunuzun içindeki ter, yüzünüzdeki gibi kolay kurumadığı için elinizdeki
tüfeğinizin metal kısmı avucunuzun içinde vıcık, vıcık
oynar. Ter ile ıslanan çeliğin kokusu avucunuzun içine ve elinizi
sürdüğünüz her yere siner.

Önünüzde yürüyen adamın, ayağının kuru toprakla her temas edişinde çıkan
toz, ağzınızın kupkuru olmasına ve zor nefes almanıza sebep olur.

Sırt çantanızın askı kayışları yüzünden omuzlarınızı hissetmezsiniz. Kült
ağrıları ancak çantayı sırtınızdan çıkardığınızda fark
edersiniz.

Bastığınız her taş parçası, her çalı ve bir ayağınızın kaplayabildiği her
yeryüzü parçasından çıkan sesi duyarsınız.

Yürüdüğünüz yerdeki her Ağustos böceğinin sesini, dallardaki kuşları,
yüzünüzün etrafında ürkütücü devriye uçuşları yapan
arıların kanat seslerini, ağzınıza ve yüzünüze ya da herhangi bir
yerinizdeki küçük yaraların üzerine konmaya çalışan sineklerin
vızıltılarını, ayağınızı bastığınız yerden havalanan yeşil çekirgenin
küçücük cüssesine rağmen çıkardığı tok kanat sesini en ince ayrıntısına
kadar duyarsınız.

Sonra, kendi teçhizatınızın ve önünüzdeki arkadaşınızın ve arkanızdaki
arkadaşınızın teçhizatlarının çıkardığı düzensiz seslerin her birini ayrı
ayrı duyarsınız.

Ve aynı anda önünüzdeki arkadaşınızın nefes alışlarını duyarsınız,
öksürmesini ve hapşırmasını da duyarsınız.

Telsizinizden çıkan seslerin ve cızırtıların her biri ayrı ayrı katılır bu
senfoniye.

Ter ve tozun birleşmesinden oluşan kaygan çamur, postalın içindeki tüm
ayağınızı kaplamıştır, çoraplar önce su toplayıp sonra patlayan yerlere
adeta bir deri gibi yapışmıştır.

En çok yapmak istediğiniz şey ayaklarınızı yıkayıp, çoraplarınızı
değiştirmektir. Ama bu çok büyük bir lükstür o anda.

Çünkü…

Çünkü hangi çalının dibinde, hangi kayanın arkasında sizi beklediğini
bilmediğiniz ihaneti arayıp bulmanız ve yok etmeniz
gerekmektedir.

Bütün masumların hayatı ve huzuru size emanet diye, öğretmenler bayrak
direğine asılmasın diye, kundaktaki bebekler
kurşunlanmasın diye, binlerce yıllık emanete halel gelmesin diye kahpeliği
ve ihaneti yok etmeniz gerekmektedir. Çünkü bunun için bayrağın, silahın,
namusun ve şerefin üzerine yemin etmişsinizdir.

Çünkü önemli olan ayağınız değil, ülkeniz, bayrağınız ve onurunuzdur.

Işte bu yüzden lükstür ayak yıkamak, çorap değiştirmek. Işte bu yüzden
senfoniye dönüşmüştür bütün o düzensiz sesler güruhu.

Sonra!..

Sonra birden tüm sesler kesilir, bıçağın dalı kestiği gibi, makasın kâğıdı,
pensenin bir hoparlör kablosunu kestiği gibi… Bir anda… Kuşların
sesleri, arıların ve sineklerin vızıltıları, çekirgenin kanat sesleri
hepsi
bir anda biter.

Gözlerinizi açtığınızda önünüzdeki arkadaşınızı değil, gökyüzünü
görürsünüz,
yere düşmüş olduğunuzu anlamanız birkaç
saniye sürer.

Tek hissettiğiniz kesif bir barut ve yanık et kokusudur, yüzünüzün toprak
parçalarıyla kaplandığını fark edersiniz, temizlemek
için çalışmazsınız.

Arkadaşlarınızın bağırarak koşuşturduğunu görür ama kulağınızdaki çınlama
ve
uğultudan seslerini duyamazsınız. Sesleri
yavaş yavaş duymaya başladığınızda ayağa kalkmaya çalışırsınız ama
başaramazsınız.

Yine birkaç saniye sonra arkadaşlarınızın sesleri arasında “mayın”
kelimesini ayırt eder ve kalkmaya çalıştığınızda ayağınızdaki
yoğun ağrıyı fark edersiniz.

Ayağınız yoktur ama yine de ağrıdığını hissedersiniz.

Ne olduğunu anlamak için baktığınızda ise parçalanmış pantolonunuzun ve
kopmuş ayağınızın farkına varırsınız. Işte her şey o
anda başlar.

Avazınız çıktığı kadar bağırırsınız. Sonra, nefesiniz biter. Sonra, yeniden
nefes alırsınız ve yeniden bağırmaya başlarsınız. Sonra yine nefesiniz
biter
ve yeniden, yeniden ve yine…

Yanınıza ilk gelen arkadaşınız size, “fazla bir şey yok, sadece küçük bir
yara” gibi telkinlerde bulunur. Ama siz arkadaşınız
konuşurken de, helikopterle hastaneye götürülürken de artık bir ayağınızın
olmadığını biliyorsunuzdur. Hep bir soru çınlar
kafanızın içinde “neden ben, neden ben, neden ben ?”

Hastanede geçen aylar, tedavi ve terapilerde geçen yıllar sonunda, diz
kapağınızın on iki santim altından takılı olan ve her
akşam yatarken veya banyoya girerken çıkarıp kenara koyduğunuz takma bacak
artık bir uzvunuz olmuştur.

Ama bunun önemi yoktur çünkü bu fedakârlığınız sayesinde vatan var
olacaktır. Sizin bir bacağınızın ne önemi vardır ki!

Artık koşamayacak olmanızın, yazın herkes gibi havuza, denize giremeyecek
olmanızın da hiç önemi yoktur. Vatan sağ olsun yeter.

Sonra birilerinin, sizin ödediğiniz vergilerle Fransız televizyonlarında,
uğruna yarım kaldığınız vatan hudutlarını hiçe sayan
programlara finans sağladığını okursunuz. Aynı dillerin bundan pişmanlık
duymadıklarını söylediklerini de okursunuz.

Pamuk’ları, Dink’leri, okursunuz, Bizans çocuğuyum diyenleri duyar, Ali
Kemallere tanık olursunuz, “koçlar gibi satanları
“görürsünüz. .

Türk Bayraklarının yakıldığını, görürsünüz. Başlarına çuvallar geçirilip
aşağılanarak elleri arkalarından bağlanan Türk
askerlerini görürsünüz.

Bu aşağılanmaya cevap verecek tankların motor seslerini, helikopterlerin
kanat seslerini, piyadelerin intikam yeminlerini
duymayı beklersiniz ama duyamazsınız.

Onun yerine hainlerin cesetlerinin üstüne örtülen çaputlara “bayrak”
diyenleri görürsünüz, “uçaklarını çek”, “valiyi çek”
diyen başkanları ve karşılarında kekeleyen riyaseti görürsünüz.

Bu da yetmez Türk askerlerinin kendi mahkemeleriniz tarafından,”çete” diye
suçlandığını, yargılandığını görürsünüz.

Yok, yok bu da yetmez. Askere, polise, öğretmene ateş eden, yol kesip
soygun
yapan, köy yakan, okul yıkan, mayın döşeyen
teröristlerin sadece “ben bir şey yapmadım” demelerinin esas kabul edilip,
“suçsuz” sıfatıyla serbest bırakıldığını görürsünüz.

Susanları, konuşması gerektiği halde susanları görürsünüz, konuşanlar her
konuştuğunda, kekeleyenler her kekelediğinde ve
susanlar her sustuğunda siz yeniden vurulursunuz, yeniden ölürsünüz her
defasında.

Gövdenizden o toprağa akan kan, bu defa içinize akar,
inandıklarınıza,uğrunda savaşarak kendi kanınızı akıtmak pahasına
tertemiz tuttuğunuz değerlerinize akar.

Sizin kaya arkalarında, çalı diplerinde aradığınız ihanet gelir aklınıza, o
mayınları yerleştiren eller gelir. Sorgulamaya başlarsınız: “Biz bu
ihaneti
doğru yerde mi aradık, kuyruğunda dolaştığımız yılanın başı, hep gözümüzün
önünde miydi yoksa?”diye sorarsınız kendinize.

Onlara verilen maaş’ın sizin vergilerinizden ödendiğini, içinize
sindiremezsiniz, uykularınız kaçar, neden bu vatanı sizin kadar
sevmediklerini düşünürsünüz.

Bu vatan onların da vatanı değil mi?

Onlar da, tıpkı benim gibi namusun ve şerefin üstüne yemin etmedi mi? diye
sorarsınız kendi kendinize.

Sinirlenirsiniz, üzülürsünüz, on beş yaşında bir askeri okul öğrencisi iken
her adımda söylediğiniz, beyninize ve yüreğinize
nakşettiğiniz sözler gelir aklınıza”: VATAN, SANA CANIM FEDA”

Geri kalan tüm hayatınızın ilk beş dakikası, böyle başlayacak işte ve
hayatınız böyle devam edecektir. Son nefesinize kadar
savaşacaksınız ihanetle, her şeye ve herkese rağmen, bu yolda ölene ya da
bu
ihaneti bitirene kadar.

Siz diyorum, çünkü bu vatan için bedel ödeyen insanların neler yaşadığını,
neler hissettiğini, size rağmen ve sizin için neler yaptıklarını, neler
yapabileceklerini bilin istiyorum. Okuduğunuz ya da televizyonda
duyduğunuzdan daha fazladır yaşananlar.

Yani aslında gazetelerin iç sayfalarındaki, minicik karelerde okuduğunuz;
“…ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının
patlaması sonucu, bir güvenlik görevlisi yaralandı!” haberi aslında o
kadarda kısa değildir.

Sizin, daha okuduğunuz gazetenin arka sayfasına geçerken unuttuğunuz,
falanca mankenin otel odası maceralarına, ya da
uyuşturucu komasından ölen oğluna “şehit” deyip Türk bayrağı “örten
kadının
haberine ayırdığınızdan daha uzun zaman ayırmadığınız bu küçük haber,
birileri için bir ömür boyu sürecek ve asla unutulmayacaktır.

Ve siz unuttuktan sonra da başka birileri, “ne için?” dendiğinde “vatan
için” diyecekleri fedakârlıklarını size rağmen yapmaya
devam edeceklerdir.

Sizin uyuşmuşluğunuza, duyarsızlığınıza rağmen, sizin rahatlığınıza, sizin
vicdanlarınıza rağmen bu kahramanca fedakârlıklar ve
bu ilk beş dakikalar yaşanmaya devam edecektir.

Asla unutmayınız başınızın üstündeki egemenlik örtüsünün payandası kopan
bacaklar, bedeli ise size rağmen bu vatan için akan
kanlar, feda edilen canlar, sıcak yuvalarını, babalarının yüzlerini unutan
küçücük çocuklarını düşünmeden vakfedilen hayatlardır.

Ne kadarını anlayabilirsiniz veya anlamak sizin umurunuzda mı bilmiyorum,
ama birileri bunları yaşadı, birileri hala yaşıyor ve
emin olun yaşlı dünya döndükçe, Türk vatanı ve Türk Bayrağı için birileri
daha tüm bunları yaşayacak.

Gördüğünüz gibi size bir hayli uzak bir yaşam biçimi bu. Masalarda oturup
“aydınca” sohbetler etmeye hiç benzemiyor değil mi?

Bir an için bile olsa kendinizi onların yerine koyasınız diye “siz” diyerek
yazdım, sizin onlardan biri olamayacağınızı biliyorum.

“Siz” kim misiniz?
Siz kendinizi çok iyi biliyorsunuz!
Biz de, biz de sizi çok iyi biliyoruz.
“Siz” de bilin ki biz asla unutmayacağız.
“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”

Oktay Yıldırım / Emekli Astsubay

8.09.2006

Kore Savaşı Ve Lübnan

 Kore Savaşı’nı Çin açısından inceleyeniniz oldu mu bilmiyorum ama Çin’deyken çinli arkadaşlarla konuşma imkanım oldu bu savaşı…

Evet…Çin tarihinde de Türk askerlerinin o savaştaki KAHRAMANLIKLARI açık açık yazılıymış..Bunu duymak ne kadar gurur verici birşey.. Ama devam ediyorlar çinliler..ve soruyorlar; Amerikalıların kaçarken siz Türklere; “Geri çekiliyoruz! Bizi koruyun!” diye emir verdikten sonra siz canınızı kurtarmak adına bizim binlerce askerimizi öldürmüşsünüz…Kaçmak yerine orada kalıp kanının son damlasına kadar savaşmak…Bu kahramanlık güzel ama…KİMİN UĞRUNA????

Kore Savaşı’nda ölen Çin askeri sayısı bir rivayete göre 1 milyon civarındaymış. Amerika o coğrafyada gövde gösterisine çıkarken fedailiğini de BİZ üstlenmişiz… Koskoca Çin ordusu karşısında da kahramanca savaşmışız. Amerikanın prestijini kurtarmış ve elimiz boş kalmışız savaş sonrası…Kahramanlığımız savaştığımız düşmanlarımızın bile tarih kitaplarına geçmiş gerçi, bu da büyük başarı hani:)

Yıllardır avrupa ve amerika nereye isterse asker yollamışız… Göndermediğimiz nadir zaten.

Şimdi de Lübnan çıktı karşımıza…Bir taraftan İSRAİL….diğer taraftan her daim bizi arkadan vurmuş LÜBNAN……ve biz onları barışık tutmakla görevliyiz şimdi…Kelin ilacı olsa pkkyı yokederdi önce, gene bir sorunlu görev, gene kaçacak Avrupalı ve Amerikalı askerler ve gene kalacağız düşmanlarla başbaşa.. MEHMETÇİK canı pahasına ülkesinin gururunu kurtarmaya çalışacak…

Savaş olsa da olmasa da biz bir şey kazanamayacağız…BUNU YAZIN bir kenara…İşin ticari boyutu zaten hazırlanmış seneler öncesinden ve bize zırnık koklatılmayacak…

Kapalı kapılar ardında gene birşeyler alındı ve verildi ve asker göndermemiz kaçınılmaz artık..

Kahraman Mehmetçik umarım sıkıntı çekmeden dönmeyi başarır bu ne idüğü belirsiz ve iki tarafında ne olduğu belli olmayan savaştan…..Allah yardımcımız olsun!!!

5.09.2006

Çin’de Sansür

  Uzun zamandır Çin’e gidip geliyorum… Orada ofis açtım ve ofisin altyapısını bitirene kadar da burada yaşadım çinlilerle birlikte…Onları daha iyi tanıma şansım oldu bu sayede…

Bu yazımda sizlere Çin’deki devlet sansürü hakkında birşeyler yazmak istiyorum….Çin’de devlet çok ciddi bir sansür sistemi kurmuş durumda… Haber özgürlüğü diye birşey geçerli değil burada… Sadece yabancıların olduğu ortamlarda sansür yok görüntüsü veriliyor…

Uydu satellite sistemleri bir kere yasak. İzinsiz asla receiver kullanamıyorsunuz. Anında polis sizi yakalıyor. Kaçak uydu yayını kullananların hapse atıldığı maalesef doğru bir haber. Kendi yaşadığım eve uydu yayını almak istedim ve yüzlerce dolar para ödemem istendi avrupa kanallarını açtırmak istersem. Ücretsiz yayın paketini seçtim çaresiz…Orada da Hint, Pakistan kanalları sadece çıkıyor 🙂

Haberleri izlerken bile uydudan özgür değilsiniz. Diyelim Çin ile alakalı bir olumsuz haber yayınlanıyor…anında yayın kesiliyor ve o haber geçinceye kadar birşey göremiyorsunuz sonra düzeliyor yayın… Burada Çin aleyhine hiçbir haberi öğrenmeniz mümkün değil… Sansürlenen haberlerden bir tanesine örnek vereyim. Guangzhou eyaletinde yağıilardan seller olmuş ve 48 kişi ölmüş…Bu haberi de internetten öğrendim sonra..Haberin içeriği sadece bu….

Bizim Türkiye’yi bir de düşünelim şimdi… Haber özgürlüğünün sınırsızlığını hatırlayalım.. Adam yol kenarında kaza yapmış kanlar içinde kameramanlarımız zoom yaparak çekerler adamı… Bir olay olur bütün dünyaya en ince detayıyla ulaştırırız.. Kendimizi deşifre etmekte üstümüze yoktur bizim. Herşeyi ama her şeyi göstermek gibi bir fantazimiz vardır. Bazı şeylerin toplum sağlığını bozabileceğini asla düşünmeyiz biz…

Bir tarafta Çin sansürü, diğer tarafta Türk Haber özgürlüğü… Acaba hangisi normal olan? Yoksa en mantıklısı ortası mı dersiniz?

8.08.2006

Dünya Kupasında Şike Var!

 Yurtdışındayken başlayan Dünya Kupası maçlarını seyretmek kafa dağıtmam için ideal bir yol. Türk milli takımının bir sürü kirli oyunlar sonunda dünya kupası elemelerinden çıkarılmamasını bir kenara bırakıyorum….
Katılan takımlara şöyle bir bakar mısınız?
Mesela Ivory Adaları?
Mesela Angola?
Ya Togo?
Trinidad Tobago peki?
Bu ülkelerin hangileri bizim milli takımdan daha güçlüdür sizce?
Her dünya kupasında Japonya,Kore,İran fiks vardır mesela..Bunlar bizden çok mu güçlüdürler?

Biz Avrupa’nın en güçlü takımlarıyla resmen savaşırken, bu takımlar ellerini kollarını sallaya sallaya her dünya kupasına katılmaktadırlar… Hak mıdır bu şimdi?

400 metre koşusunda birine engeller koyuyorsunuz, diğerine engelsiz ve de 300 metre koş diyorsunuz…Kazanacak ve kaybedecek olanlar belli değil midir en başından?

Bu dünya kupasını artık küçük harflerle yazacağım. Avrupa Kupası bile bundan çok daha adil bir kupa bence…En azından güç dengesi olan bir kupada oynuyorsunuz burada……

12.06.2006

Kurtlar Vadisi Irak Filmi Çin’de!!!

 Çin’de sokaklarda dolaşırken, Kurtlar Vadisi Irak Filminin DVDsi ile karşılaştığımda nasıl mutlu olduğumu anlatamam sizlere… Düşünsenize binlerce kilometre uzakta bizim filmimiz buralara kadar gelmiş ve satılıyor her yerde…

Kurtlar Vadisi dizisini Türkiye’deyken niye yalan söyleyeyim ne izledim ne de serisine müptelaydım. Arkadaşlarımın perşembe akşamlarını iple çektiklerini hatırlıyorum da şimdi… Acaba iyi mi ettim kötü mü ettim seyretmemekle diye düşünüyorum…

DVDyi hemen aldım görünce sokakta.. Çince altyazılı.. Çekim süper. Hikaye bazı küçük mantıksal hatalar içerse de buradaki çinlilere oldukça faydalı dersler verecek bence. Öncelikle islamiyeti vahşi gösteren batılıların bu filmde öteki yüzlerini de görme şansını bulacaklar çinliler.

Filmi zevkle seyrettim ve en kısa zamanda birkaç kopyesini alıp buradaki arkadaşlarıma da hediye edeceğim :))

Amerikalıların neden bu filmi yasaklamaya çalıştığını şimdi daha iyi anlıyorum. Adamlar boşuna senelerdir FİLM ENDÜSTRİSİ ile fikirlerini evlere kadar sokmuyorlar….

8.06.2006