E-ticaret Sorunları

Bu yazimda sizlere e-ticaret sorunları hakkında kısa bilgiler vermek istiyorum.

Son yıllarda internet üzerinden satış yapan site sayısı hızla artıyor ve bu sitelerle beraber çeşitli sorunlar da ortaya çıkmaya devam ediyor.
1- Daha işe başlamadan ödenmesi gereken ücretler: SSL ücreti, sanal pos ücreti, internet e-ticaret paketi ücreti, domain yıllık yayın ücreti….
2- İlk adımları attıktan sonra ikinci adım sitede nelerin satılması gerektiği. Ürün kendi ürününüz ya da sağdan soldan toplayacağınız binlerce ürün olabilir, seçim size kalmış bu noktada. Ürünlerin siteye yerleştirilmesi ciddi emek isteyen konu ve her ürünün açıklamasının oldukça net yapılması ve gerekirse yeni fotoğraflarının çekilmesi çok önemli. Farklı olmayan, standart siteler fazla devamlılık gösteremiyorlar.
Eğer ürünleri sağdan soldan toplayarak satacaksanız, ürün tedarikçinizin ne kadar sağlıklı iş yaptığı da çok önemli. Düşünün ki sipariş geldi, ödemesini aldınız fakat tedarikçinizde o ürün stokta kalmadı. Ne yapacaksınız?
3- İlk iki adımı hallettiğinizi düşünelim, şimdi sırada fiyatlandırma konusu geliyor. Piyasada aynı ya da benzer ürünü yarı fiyatına bile sunan bir sürü alternatif görebilirsiniz. Bunların kimisi vurkaç amacıyla site kuranlar, kimisi kaçakçı, kimisi de kalitesiz mal satmaktan kaçınmayan kişiler. Müşterilerin sizin fiyatlarınıza astronomik dememesi için fiyatları indirmek zorunda hissedersiniz kendinizi. Siteniz de yenidir ve tanınması için iskontolu fiyatlar vermeniz gerektiğini düşünürsünüz. Aslında ticari anlamda yaptığınız doğrudur, fakat….
4- İlk siparişinizi almanın mutluluğunu ve heyecanını yaşarsınız. Kargo yaparsınız büyük bir zevkle sattığınız ürünü. Müşterinin memnuniyeti önemlidir. Kargo firması size yeni olduğunuz için normal fiyatlardan işlem yapar. Üç kuruş kar etmek istemişsinizdir ve kargo firmasının verdiği fiyat biraz fazla gelmiştir size. Bazı siteler kargoya ücret bile almıyordur. Siz de yutkunarak kabul edersiniz kargo rakamını.
5- Müşterinin ürünü geri iade etmek hakkı vardır ve eğer iade ederse yandınız demektir. Kargo firması bir kargo ücreti daha yazar size. Üç kuruş kar etmek isterken beş kuruş zarar etmişsinizdir.
6- Moralinizi bozmak istemezsiniz ve başarı emek ister diyerek çabalamaya devam edersiniz. Müşterileriniz taksit seçeneğini sorarlar. Bankanıza koşarsınız,verilen her ay için ortalama %1 faiz ekler banka. 6 ay taksitle satacağınız ürünün fiyatı %6 artacaktır bu durumda. Fiyatlarınız şişmeye başlar.
7- Kapıda ödeme seçeneği için PTT ile, paypal ödemesi için Paypal sistemiyle, müşterilerin isteği üzerine 10 bankayla hesap açarsınız ve günlerce bu işlemlerle uğraşırsınız.
8- Siparişler halen istenilen şekilde oturamamıştır. Günde bir iki sipariş geldiğinde çok mutlu olursunuz. Tanıtım eksiğimiz var diyerek reklam bütçesi oluşturursunuz kendinize. Google adwords, sitelere direkt reklam, seo desteği derken ciddi rakamlarda reklam parası vermeniz gerektiğini görürsünüz ve yatırımdan kaçmamanız gerektiği için bunları da kabul edersiniz.
9- Siteniz bir müddet sonra göz aşinalığı vereceği için ve siz de epey yorulmuş olduğunuz için bu işe bir ya da birkaç eleman almanız gerektiğine karar verir ve bütün yukarıdaki masraflara bir de eleman masrafını eklersiniz.
10- Yukarıdaki tüm adımları aşmayı başarabilirseniz ve halen müşteriler sizden ürün almaya devam ediyorlarsa kutlarım sizi. Dünyanın her köşesinde para kazanabilecek zekaya ve ticari yeteneğe sahipsiniz demektir.
Yazdıklarıma bakarak e-ticarete olumsuz baktığımı düşünmeyin. Tam 13 seneden beri e-ticarette başarılı olmak adına her türlü yöntemi denemiş biri olarak tecrübelerimi paylaşıyorum sizlerle. E-ticarette kimler kazanır biliyor musunuz?
– Bankalar
– Kargo firmaları
– İnternette E-ticaret paketi satan firmalar
– SEO yapanlar (Sitenizi arama motorlarında üst sıralara çıkartmayı vaat edenler)
Bu saydıklarım servis ücretlerinde düzenleme yapmadıkları sürece e-ticarette başarılı olabilmek neredeyse imkansızlaşmaktadır.

Geleceğin ticareti elektronik ticaret olacak deniyor ama ben halen sıcak satışın her anlamda en değerli ticaret olduğunu düşünüyorum. Müşterilerle birebir iletişimin olduğu, ürünlerin ele alınıp incelenebildiği, arada bir sürü aracının komisyon almadığı ticaret. Her ikisini birlikte yürütebilirseniz zaten en iyisini yapmış olursunuz.

28.01.2013

Seyyahamca 13. Yıl

 Değerli Seyahat Dostlarımız
2000 yılında amatör bir zevk ile başladığımız SEYYAHAMCA sitesi tam 13 yıldan beri zevkinize sunuluyor. Hiçbir ticari amaç ve beklentisi olmadan, sadece seyahat bilgi alışverişi yapılabilen dünyadaki birkaç siteden biri olma özelliği taşıyoruz.
Yazılarınız sitemizde onaylandıktan sonra yayınlanmakta ve diğer seyahatseverlerin faydalanmasını sağlamaktadır.

17.01.2013

İslam Ve Terorizm

 11 Eylül 2001 tarihinde New York`a yapılan terorist saldırıları ile alakalı olarak herkes bir şeyler yazdı çizdi. Olaya değişik boyutlardan bakanlar oldu. Kimisi Amerika bunu haketmişti derken, kimisi bu bir savaş ve savaşta herşey normaldir gibi yorumlar yapıyordu. Olayın yorumuna girmeden once tarihi bir bakış yakalamamız lazım… Süper kuvvet Amerika, son 50 yıldan beri dünyanın “JANDARMA”‘lığına soyunmuştur. Dünyada ucan kuştan bile haberi olması gerektigine inanan Amerika, dünya siyasetinde bircok olayın arkasında gölge rol oynamıştır… Çin`de Mao ve Chang Kai Shek arasındaki ikilemde Amerika’nın Mao’nun yanında rol alınca, Mao Çin`in tek lideri oluvermişti mesela… Siyaset doğası gereği bazı kirli oyunların oynanması gereken bir arenadır, tarih boyunca insanlar “KURTLAR SOFRASI” diyebilecegimiz bu arenada her türlü çirkinliği oynamış ve en yakın arkadaş ve akrabalar bu yolda feda edilmiştir… Siyasetin bu kadar etkili olmasındaki neden insanoğlundaki “LİDERLİK” vasfının siyaset ortamında doruğa ulaşmasındandır. İşte bu nedenden dolayı her liderin etrafında onun gücünden faydalanan kuklalar var olagelmiştir ve olacaktır. Siyaset bu kadar tehlikeli bir ortam olunca da “LİDERLER” gücü ellerinde tutabilmek ugruna bazen vahşileşmekte ve “KÖR” olabilmektedirler… Bu noktada bazı müslüman aydınlar “SİYASET’in islamiyetle bağını tartışmaya acmışlardır. Ve hatta bazıları siyaseti şeytanla bir tutabilecek kadar ileriye gotürmüşlerdir. Amerika Birleşik Devletleri de dünya siyasetinde başarısının devamı adına, doğal olarak bazen temiz bazen de kirli denebilecek yollara başvurmuştur… Nitekim Usame Bin Ladin`i bir zamanlar Amerika kendi elleriyle desteklemiş ve Rusya`ya karşı kullanmıştır… Şu anda olayların baş sorumlusu ilan edilen Ladin maalesef bir donem Amerikan cıkarlarına calışan bir casus olarak gorev almıştır. Atalarımız boşuna dememiş ‘Besle kargayı,oysun gözünü’ diye… “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” felsefesi maalesef en sonunda kendi suçsuz halkının da hic yok yere teröre kurban olmasına neden olmuştur… Tarihte hiçbir kirli oyunun sonu mükemmel bitmemiştir… “TERÖRÜN GÖZÜ KÖRDÜR”, uçağı kullanan ve gökdelenlere kamikaze dalışı yapan sözüm ona müslüman teroristler acaba ölenlerin içinde müslüman kardeşlerinin oldugunu düşünmüyorlar mıydı? Hangi hakla hangi dini inancın arkasına sığınarak bu saldırıyı gercekleştirebildiler? Kuran-ı Kerim`in hangi ayetinde sucsuz masum insanların oldürülmesi yazmaktadır? Bir hiç uğruna binlerce insanın olümüne onay verebilmek icin insanın “CANİ” olması gerekmektedir. Bu olay hicbir müslüman tarafından hicbir şekilde tasvip edilemez… Edenlerin Kuran-ı Kerim`in kendi dillerinde mevcut Tercümelerini okumalarında fayda var diye düşünüyorum. Olaya destek veren bazı görme özürlü kişiler varsa onlara tek diyecegim, belki ortada başarı gibi görünen bir saldırı var. Ama Amerika`nın buna karşı saldırısı mutlaka olacaktir ve gene sucsuz binlerce müslüman ölecektir, buna da sevinebilecek misiniz? Bütün dinler insan öldürmeyi yasaklamıştır… Savaş harici hicbir şekilde insan öldürmek kabul gormemektedir. Islam dini de bu konuda çok sert kurallar içermektedir. Sonuc olarak; “Müslüman terorist olamaz, terorist de müslüman olamaz”.

21.06.2002

Altına Hücum – Gold Rush / Charlie Chaplin

Charlie Chaplin’in 1925 yılında çevirdiği ve dünya film klsiklerinden birisi sayılan ALTINA HÜCUM Filmi seyredilmesi gereken bir film..

Filmin çekildiği yıllardaki sinema teknolojisini düşünürsek ortaya çıkan eser gerçekten bir şaheser kıvamında…

Kar, fırtına, kayalıklar ve manzara çok kaliteli bir şekilde sunuluyor. Uçurumun kenarındaki kayalıklarda sallanan ahşap ev ve kurtulmaya çalışma sahnesi kesinlikle mükemmel bir sahne olarak dikkat çekiyor.

Kadın-erkek ilişkilerini ve o yıllardaki aşk hikayelerini anlamak adına da sahneler barındırıyor film. Chaplin’in aşık olduğu Gloria ve onun zengin sevgilisi ile yaşanan trajikomik sahneler psikolojik analizleri de beraberinde sunmakta..

Altın bulma hayaliyle Kuzey Amerika’ya koşan insanların yaşadıkları olayları çok güzel bir hikaye içerisinde sunan filmde, açlıktan son çare ayakkabısını kaynatarak yeme sahnesi çok keyifli…

Açlıktan Chaplin’i tavuk gibi gören arkadaşının sahneleri de katıla katıla güldürecek sahnelerden birisi sadece.

Sinema teknolojisi bugünlerde bilgisayar yardımı ile sanal gerçeklik denilen her şeyi önümüze sunarken, 1925 yılında çekilmiş bu filme vaktinizi ayırmanızı ve o yılların teknolojisiyle yaratılan bu film harikasını seyretmenizi tavsiye ediyorum. İnanın pişman olmayacaksınız…

1.07.2012

Malezya Seyahat Notları

 Bu haftanın bültenini sizlere uzakdoğudan yazıyorum. Birkaç gün önce Malezya’daydım. Bu hafta Malezya notlarını paylaşayım:

– Kuala Lumpur Uluslararası Havaalanı (KLIA) ile şehir merkezi arasında en kolay ulaşım yolu hızlı tren sistemi. 30 dakika içerisinde şehir merkezine ulaşıyorsunuz. KLCC adı verilen Kuala Lumpur City Centre, şehrin merkezi sayılıyor. Bu bölgenin diğer bir adı da Golden Triangle yani Altın Üçgen.

– Müslüman Malay, Hindu Hint, Budist Çin kültürlerinin birbirine saygı ile birarada yaşadığı bir ülke burası. Hint Tapınağının yanıbaşında Çin Tapınağı ve onun yanında Cami görebiliyorsunuz.

– Kuala Lumpur’da taksilere azami dikkat etmeniz gerekiyor. Çoğu sahtekar ve 10 Malezya Ringgit (MYR) tutan yere size 25-50 MYR fiyata götürmeye çalışıyorlar. Taksimetre açmayan taksiye binmemeye gayret gösterin. Eğer başka çareniz yoksa da sağlam pazarlık etmeden yola çıkmayın.

– Malezya’da yönetim müslümanlarda olmakla beraber ekonomik üstünlük Çinlilerde. Hintliler de ekonomide sağlam bir güce sahipler.

– Evlenmeden önce gençlerin Mekke’ye Hacca gitmeleri zorunluluğu var.

– Malezya’da sokak ortasında ahlaksız hareket edenleri ikaz eden, hatta hapis cezası almalarını sağlayan ahlak polisleri mevcut.

– Malezya gazetelerinde Türkiye ile alakalı gelişmeler yakından takip ediliyor. Neredeyse her gün bir ya da birkaç haber görebilmek mümkün.

Haftaya Çin notlarımı paylaşmayı planlıyorum…. Gelişmeleri ve izlenimlerimi sizlere sunmaya gayret edeceğim.

21.05.2012

Korkunç Bir Sms Ticareti!

 Bu sabah aldığım bir sms mesajını sizlerle paylaşmak istiyorum:

“<…Bana geri atarsan sayılmaz…> Eger Allah’ı seviyorsan. Seni bugün uyandırdığı için, Yaa Allah Elhamdulillah de.
Bu mesajı 10 kişiye yolla ve 3 dakika sonra ne olacağını gör.
Allah’ı seviyorsan dedim! İnan bu mesaj bana geldi ısrarla farklı kişilerden. Denedim ve müthiş haber aldım. Sen de dene kaybedecek birşey yok.
Allah Teala’nın ismi hürmetine eğer 3 dakika sonra sana iyi bir cevap gelmezsse bana mesaj at!

Allahım bu sapıklıkları sen islah eyle! her cümlesinde sapkınlık kokan bu mesajları kimlerin çıkarttığını bulmak lazım aslında, kesin islam düşmanları ya da telefon firmaları çıkacaktır.

Allah’ı seviyorsan diyor şerefize bakın! Lan Hayvanoğlu hayvan Allah’ı niye karıştırıyorsun bu sms ticaretine?
Kaybedecek birşey yok diyor bak bak sonra da.. Kaybedilen iki sms ücreti (mesaj uzun olduğu için) 10 kişiye at diyor bastıra bastıra…9 kişiye atsam olmayacak değil mi bu güzel gelişme hayatımda… 3 dakika sonra güzel haber alacağız ya sonucunda.. güzel haber almayınca da bana mesaj at diyor… senin kim olduğunu bilsem neler yapacağım da! Zincirin ilk halkasını çıkartan O! (güzel annenin) çocuğunu çok sevdiğim Allah’ıma havale ediyorum 🙂

Lütfen uyanın artık saf müslümanlar!

30.11.2011

Hindistan Notları Ekim 2011

Bu hafta sizlere geçen hafta döndüğüm Hindistan seyahatim hakkında kısa izlenimleri paylaşmak istiyorum. Bildiğiniz üzere Hindistan dünyanın en kalabalık ülkelerinden biri ve binlerce inanışı, yüzlerce farklı kültürü bir arada tutan ilginç bir ülke.

Son yıllarda özellikle bilgisayar programcılığı konusunda dikkat çeken ülkenin aslında kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda bu teknolojiye yatırımlar yapıldığını maalesef gidince görebildim. İnsanların çok ucuza çalıştırıldığı bu ülkede, zeki insanların da çok ucuza bilgisayar programcılığında kullanılması doğal bir sonuç. Amerika ya da Avrupa’da bir bilgisayar mühendisine binlerce Euro maaş vermek yerine Hindistan’da aynı ücrete onlarca eleman çalıştırma şansınız var. Bu da büyük program firmalarını Hindistan’a yönlendiriyor.

İngiliz sömürgesi olarak uzun bir müddet ezilen ve tüm maddi varlıkları gemi gemi İngiltere’ye kaçırılan ülke, Gandhi döneminde özgürlüğünü elde eder fakat fakirlik geride miras kalmıştır zavallı halka. ” Köpekler ve Hindular Giremez! ” yazan bölgelerde ingilizler tarafından bir köpek ile aynı değer verilen hint halkının kaderi hep ezilmekle geçmiştir diyebiliriz. Bugün bile baktığınızda binaların yıllardan beri bir çivi bile çakılmadan, boyanmadan öylece durduğunu görünce ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. İngilizler sömürüp gittikten sonra, gelen hintli liderler de rüşvet, mevki hırsı, lükse düşkünlükleri sayesinde halklarına maalesef hizmet etmemektedirler.

Daha önce Mumbai, Yeni Delhi ve Agra kentlerini görmüştüm ve bu sefer gittiğim Kolkata şehri fakirlik anlamında dehşet durumdaydı. İnsanların sokaklarda yattığı, yerlerde hayatlarını geçirdikleri, artezyen kuyularından yıkandıkları, o suları yemeklerinde kullandıkları, çamaşırları yol kenarındaki kanalizasyonlarda yıkadıkları bir dünya düşünün. Suyu delice harcayan bir millet olarak, Kolkata’yı gezmenizi tavsiye ederim. Suyun ne kadar değerli olduğunu orada insan daha iyi kavrıyor.

Kolkata konusunda ufak bir not paylaşmamda fayda var. İngilizlerin Calcutta, bizim Kalkütta adını verdiğimiz bu kent, isminin orjinal okunuşu olan Kolkata şekline getirmek adına ciddi çalışmalar yapmışlar ve bugün resmi olarak bu şehrin adı Kolkata ve her yerde bunu bastıra bastıra kullandırtıyorlar. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin isminin ingilizce Turkey yani hindi olması ise bizler için utanç verici bir durum ve yıllardan beri bir ciddi adım atmayı başaramadık. Halen her yerde ” I went to Turkey and there were many turkeys there!” (Türkiye’ye gittim ve heryerde hindiler dolaşıyordu!) esprisine maruz kalmaya devam ediyoruz. Türkiye isminin artık tüm dünyada standart isim olarak kullanılması konusunda Kolkata kenti kadar bile başarılı olamıyorsak oturup ağlayalım derim…

Kolkata’ya gittiğim gün şansıma Diwali Bayramı kutlanıyordu ve törenler sırasında tapınakları ziyaret etme şansım oldu. Kali adındaki tanrıçaya, şeytana benzediği düşünülen siyah renkli ve boynuzlu erkek koçların kurban edildiği bir tören yapılıyor tapınaklarda. Hinduların da kurban kestiklerini öğrenmiş oldum bu sayede. Her yerde portatif çadır tapınakların inşa edildiği bu bayramda,ahşaptan ve basit plastik malzemelerden hazırlanan Tanrıça Kali figürlerine dualar ediliyor, hediyeler sunuluyor ve gece geç saatlere kadar havai fişek gösterileri yapılıyor. Bayramın ertesi gün ise, bütün hazırlanan heykeller, kutsal sayılan Ganj Nehri’ne atılıyor.

Ganj Nehri (Ganga), Himalaya Dağlarından çıkarak Hint Okyanusu’na dökülen bir nehir. Hindular bu nehrin kutsal olduğuna inanırlar. Kolkata şehri’nden de geçen Ganj Nehri’nde yıkanmak ayrı bir önem taşıyor. Çamurlu sulara atlayan insanlar, günahlarından arındıklarına inanıyorlar.

Hindistan, fakirliğin had safhada yaşandığı bir ülke. Onlarca ülke görme şansım oldu, fakat hiçbirinde bu ülkedeki kadar etki altında kalmadım desem yalan olmaz. Fakirliğin, yokluğun, pisliğin içinde yaşamlarını sürdürmeye çalışan insanlar aslında hepimize ibret dersi veriyorlar. Tefekkür etmek yani düşünerek ibadet etmek isterseniz Kolkata’ya bir seyahat hazırlamanızda fayda var.

Ülkemizin cennet gibi bir ülke olduğunu bir kez daha kabul ettim. Bu ülkede halen mutsuz olduklarını iddia eden ve özerklik isteyebilecek kadar ilginç insanlar yaşıyor. 4 mevsimi aynı anda ve bu kadar küçük bir coğrafyada yaşayabilen dünyada başka bir ülke yok! Üç tarafı denizlerle kaplı, dağları da, ovaları da, dereleri de, ormanları da ve daha sayılamayacak onlarca nimeti bir arada buluşturan bu ülkenin lütfen kıymetini bilelim, dünyada başka bir Türkiye yok çünkü!

Biraz uzun olan bu yazımdan dolayı özür diliyorum. Okuma nezaketi gösterdiğiniz için de teşekkürlerimi sunuyorum. Hayırlı Bayramlar dileklerimle,

Tüm BAYLAR Ekibi adına
Ali Baylar / Genel Müdür

29.10.2011

Uzakdoğu Seyahat Notları Ekim 2011

*- Tayland’da son yılların en yoğun yağışları var ve çoğu bölge ova gibi düz olduğu için yağışların verdiği hasar daha fazla oluyor.
*- Tayland, halkının çok zor şartlar altında yaşadığı ve hayat standartlarının çok düşük olduğu bir ülke. Bu yüzden de fuhuş kaçınılmaz bir sonuç oluyor. Üç kuruş parası olan dünya erkekleri de bu fırsatı maalesef kaçırmıyor ve Tayland denince nedense herkesin aklına gece hayatı geliyor. Oysa müzeleri, tapınakları, yaşantıları, kültürleri incelenmeye layık bir millet Taylandlılar.
*- Tayland’daki yağışlar yüzünden birçok dünya markası imalata ara vermek zorunda kaldı. Bilgisayar hard disklerinin büyük bir kısmının üretildiği bu ülkedeki felaket sonrasında hard disk karaborsaya düştü. Fabrikaların en az 1 ayda ancak imalata başlayacağı düşünülürse fiyatların da tavan yapacağı demek oluyor bu.
*- Çin ticareti ihracata dayalı bir ekonomi. Son dönemlerde “Arap Baharı” , dünya ekonomik krizleri derken neredeyse durma noktasına gelen ihracat yüzünden birçok fabrika kapanmaya başlamış. Yiwu kentinde yaşayan Araplar ve Avrupalılar ülkelerine dönmüş ve market eskiden aşırı kalabalığı ile göze batarken, şu sıralarda oldukça sakin.
*- İşleri allak bullak olan bazı fabrika sahipleri ya intihar ediyor ya da ülke dışına kaçıyor. Sadece Wenzhou kentinde, bu sene 16 fabrika müdürü intihar etmiş.
*- Dünya ülkeleri ve özellikle Amerika, Çin’i durdurmak adına parayı ve ekonomiyi silah olarak kullanıyor. Çinliler de bunun farkındalar ve ekonomileri sıkıntıya girdikçe Amerika ve Avrupa’dan daha fazla nefret edecekler, bu da aslında hiç sağlıklı bir durum değil.
*- Çin parası Yuan, sene sonuna kadar 6.2 seviyesine inecek deniyor. Bu da Çin’den alınan tüm ürünlerin fiyatlarının biraz daha artacağı anlamına geliyor.

25.10.2011

Avrupa Turu Sonrası İzlenimler…

  İsviçre bütün gezdiğim ülkeler içerisinde diyebilirim ki en pahalısıydı.

Çek Cumhuriyeti’nde Prag görülmesi gereken bir şehir, gerçekten de insanı çeken bir tarihi yapıya sahip.

Slovakya’nın başkenti Bratislava da sevimli bir kent fakat Prag’dan sonra oraya gidince çok sessiz kalıyor. Bu arada Prag, Avrupa’nın en çok turist çeken altıncı şehri.

Avusturya Alpleri çok güzel manzaralara sahip, tepelerinde karların olmadığı Alpler, biraz şapkasız gibi duruyor ama gene de etkileyiciler…

Avrupa Birliği’ne giren Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’da fiyatlar acaip yükselmiş durumda. Hayat Euro’dan sonra daha zor, kazandıkları paralar artmış görünse de, fiyatlar da paralelinde yükselince aslında eskisinden daha kötü duruma düşmüşler. Yüksek dağın karı çok olur dedikleri gibi, yüksek hayat şartlarının da insana yükü daha fazla oluyor.

Avrupa Birliği’ne giren bu yeni ülkelerin, birlik sonrasında aslında ne kadar sıkıntılara düştüklerini dikkat eden herkes görebilecektir. Yeni alınan ülkeler aslında sıkışan Avrupa ekonomileri için küçük birer nefes alma alanı olmaktan öteye gidememektedir. Her gelen ülke, sorunlarılarıyla da geldiği için bırakın büyümelerini, hep birlikte batmaya doğru gitmekteler.

2004 yılında seyyahamca.com seyahat sitesinde yazdığım ve “Avrupa Birliği, 10 yıl içerisinde yıkılacak!” öngörüm gün geçtikçe daha da ciddi bir şekilde gerçekleşiyor. Yunanistan, Portekiz, İtalya, Fransa…domino taşları ciddi bir şekilde yıkılmaya başladı bile…

İngiltere’deki olaylar… Olayların arkasında yatan en büyük neden kapitalizm ve insana verilen değersizliktir… Sokaklarda o vahşeti yapan gençleri senelerce adam yerine koymayan ve maddi güçsüzlüklerine çözüm üretmeyen kapitalist düzene bir isyandır.

Avrupa ekonomisi, bankaların senelerden beri mortgage, faiz, repo gibi sömürme yöntemleriyle suyunu çekmiş ve insanların artık dayanabilecekleri bir nokta da kalmamıştır. Bizde olduğu gibi “Ya Sabır!” edebiyatı maalesef o insanlarda prim yapmadığı için de sokaklara dökülme kaçınılmaz olmaktadır. Umarım olaylar daha fazla büyümeden çözülebilir.

Son olarak dikkatimi çeken bir noktayı daha paylaşarak konuyu kapatayım: Eskiden kiliseler dolu olurdu, bu son ziyaretimde 7 ülkede de kiliseleri özellikle ziyaret ettim ve hepsi boştu. İşin daha ilginci ise artık milleti kiliseye çekebilmek ve kiliseye para kazandırabilmek adına para karşılığında klasik müzik konserleri veriliyor! Konser salonuna dönüşen kiliseler…

19.08.2011 

Alıntı Ama Önemli Bir Yazı…

 İstanbul Gaziosmanpaşa Hacımaşlı Köyü Domuz Çiftliği’nin suları ve katı atıkları 300 metre mesafedeki Sazlıdere Barajı’na akıyor. Baraj, 10 milyon kişinin su ihtiyacını karşılıyor. Çiftlikte 5 bin domuz var.

Türkiye’deki domuz çiftliklerinde yıllık 3 milyon kg. civarinda et üretiliyor. Bu rakam neredeyse kırmızı et üretiminin yarısı. Üretilen domuzlar otellere, yemek fabrikalarına ve marketlere ‘kıyma’ seklinde satılıyor. Domuz etini Salam, sosis ve sucuk olarak da piyasaya sürmek en çok kullanılan yöntem.

Peki neden domuz?

Türk yemek kültürüne aykırı ve en önemlisi ‘Dinen yasak olmasına, rağmen neden domuz cazip bir konu?’

Çünkü domuz yetistiriciligi çok kârli bir iş.Domuz üretken bir hayvan.Cinslerine ve yaşına göre yılda 1, 2, bazen de 3 kez; ve her batında da 15-20’ye kadar varan yavru dünyaya getirebiliyor. Bir domuz yılda 2 kez doğum yapsa, her batından 10 yavru yaşasa, 20 sene yaşayan bir domuzun 400 yavrusu oluyor. Ve dahası yeni doğmuş bir domuz 4-5 ayda 100 kiloya kadar çıkabiliyor!

Normal şartlarda evcil bir domuzun % 30’u yağ olarak ayrılabilmekte iken; bu rakam bazen % 50’yi bulabiliyor. Yani 150 kg’lik bir domuzdan 75 kiloluk yağ elde edilebiliyor. Bu da Dana ya da Koyuna göre tercih edilmesinde çok önemli bir etken.

Beslenmesi çok kolay, cam dışında -leş dahil- her şeyi hatta kendi pisliğini bile yiyebiliyor. Her domuz ortalama 80-100 kiloya ulaştığı zaman kesiliyor. Kaba bir hesapla sadece bu çiftlikten yılda yaklaşık 1 milyon kg. et çıkıyor.

Bu etlerin hangi kanalla, nerelere satıldığı meçhul!? Diğer çiftlikler de göz önüne alındığında Türkiye ‘de yaklaşık 3 milyon kg domuz etinin piyasaya değişik yollarla sürüldüğü ortaya çıkıyor.

Türkiye ‘deki toplam kırmızı et tüketiminin de 6 milyon kg. olduğu göz önüne alınırsa tablonun vahameti daha da netleşiyor. Kilosu 1 ile 3.5 Türk lira arasında satılan bu domuz etlerinin ağırlıklı olarak Kıyma, Sucuk, Salam ve Sosis olarak satıldığı dile getiriliyor. Çiftlik çalışanlarından İsmail Türk’ün verdigi bilgiye göre kesilen etler toplu olarak büyük otellere, yemek fabrikalarina kiyma ve sosis gibi ürünler olarak satılıyor.

Bu ve benzeri çiftliklerden resmi olarak 5 firma domuz satın alıyor: 1-Çerkezo, 2-Polonez, 3-Nuta, 4-Namet ve 5-Sütte …

1. Çerkezo aldığı ürünleri Salam Sosis olarak piyasaya sürerken aynı zamanda Teşvikiye ‘deki Şarküterisinden de nihai tüketiciye ulaşıyor. (ki bu firmanin bir de “TADET” adı altında otellere ürün sattığı bir markası daha bulunuyor… ) Ayn zamanda butik mağazalarda ve ulusal zincir mağazalarda satılan BONUS markalı ürünlerin üreticisi de ÇERKEZO…

2- Ayazağa daki Çerkezo’nun hemen yanında üretim yapan SÜTTE firmasi da salam, sosis ve jambonlarını markasıyla satıyor. Ancak bilinen bu firmalar ürünleri çeşitli zamanlarda farklı isimlerde piyasaya sürüyor. Daha önce Sütte olarak piyasaya sürülen domuz mamulleri son dönemde PIGGY adıyla satılıyor. Üstelik ünlü Amerikan fast food zincirlerinden Little Caesar’s Pizza tam 10 yılı aşkın süreden beri et mamullerini SÜTTE firmasından temin edip bizlere bir güzel yediriyor!!!

3- POLONEZ 5 yıl öncesine kadar resmi olarak domuz ürünleri imal edip MIGROS’larda açık açık ürünlerini satarken, son yıllarda %100 dana etinden ürünler imal ettigini iddia ediyor.

‘Peki ya bunlar göz göre göre mağazalarında sattıran satın alma müdürleri aldıkları rüşvetin yanı sıra bu milletin vebalini aldıklarını da biliyorlar mı sizce?’

POLONEZ’in ciddi anlamda piyasaya yayılmasındaki en büyük faktör MIGROS’ tur . O dönem Migros’un et mamülleri satın almasında olan (Şu an oyuncak reyonunda Satın Almacılık yapan) Coşkun Bey’in büyük paralar karşılığında POLONEZ ‘le işbirliği içerisinde olduğunu ve bizzat domuzlari bizlere yediren kişi olduğunu biliyor muydunuz?

Peki ya
Migros’ta çalışan tüm tezgahtarların eksiksiz olarak her ay sonunda POLONEZ ‘in sahibi MUSTAFA AKKAS Bey’den (veya Satış Müdürü sıfatı ile çalışan ALİ ÖZYAVAŞ’tan) maaşlarını ve primlerini (bizlere sattıkları et mamulleri üzerinden ) aldıklarını biliyor muydunuz?
Peki
METRO GROS MARKETLER’in (Su anki değil bir önceki) satın almacılığını yapan kişinin Şu an BAGDAT CADDESINDE bulunan Polonez – Barbekü Restoranları’ nın sahibi olduğunu biliyor muydunuz?

Peki Izmir’in kalesi olarak görülen KiPA Marketler’in satın almacılğını yapan bayanın Polonez’in resmi hissedarı olduğunu biliyor muydunuz?

PEKİ AMERİKAN FAST FOOD ZİNCİRİ
DOMINO’S PIZZA ve ALMAN EKOLÜ
DR. OETKER PİZZALARIN İÇERİSİNDE POLONEZ ET MAMULLERİNİN KULLANILDIĞINI BİLİYOR MUYDUNUZ?

PEKİ GIMA MARKALI ve PİYASALARDA SATILAN “OPI” MARKALI ÜRÜNLERİ POLONEZ’İN ÜRETTİĞİNİ VE BUNUN KARŞILIĞINDA NE KADAR PARA YEDİRDİĞİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?

‘Peki, sizce Türkiye de domuz eti yemeyen insan kalmış mıdır?’

4- NUTA öncelikle 7 TEPE markası ile tanınmakla beraber Güneydeki – Herşey dahil – tatil köylerinin bir numaralı tedarikçisi… Ee tabi yabancı turistlerin yanında yerli turistler de güme gidiyor! Bu firmalar özellikle Büyük Alışveriş Merkezlerinde ayrı bir stant açıyorlar. Ancak Küçük Şarküterilerde karışık olarak duruyor ve birçok tüketici farkına varmadan domuz ürünlerini satın alabiliyor . Üstelik işin ilginç tarafi bu firma Şimdi de firma tanıtım cd’si hazırlamış Carrefour gibi büyük hipermarketlerde ne kadar hijyenik üretim yaptığını anlatıyor. Ama 7 TEPE SOSİS hafta sonları marketlerde KDV dahil 2.900 TL ye satılıyor.

Çünkü maalesef bu adamlar sosislerin içerisinde “hayvan küspesi” gibi lafını bile etmek istemedigimiz katkılar kullanıyorlar … Domuz hammaddeli salam ve sosislerin kesiminin yapılıp piyasaya sürüldüğü bir başka yer de NUTA ‘nın üretimini yapan kişinin işlettiği Dolapdere’deki imalathane. (“IDEAL” markali salam sosis imalatçısı )

5- NAMET ünlü EMİNÖNÜ HASIRCILAR ÇARŞISININ İÇİNDE yıllardır tanınan NAMLI PASTIRMACI’nin modern hali !!! Şu an modern(!) üretim tesisleri BAYRAMPAŞA MEGACENTER (GIDA HALİ) içinde derme çatma bir imalathaneden öteye geçemeyecek konumda olan ve üretim kapasiteleri aylık -günün 24 saati çalıştıklarını düşünürseniz-70 tonu geçemeyecek olan bu imalathanede NAMET ayda tam 270 ton et mamulü üretiyor ve satıyor!!!

Bu aradaki 200 tonluk kapasite açığını ise İSTANBUL DIŞINDA ne idüğü belirsiz imalathanelerde, merdiven altı firmalarda üretim yaptırıp üzerine ‘ %100 NAMET KALİTESİ’ bastıktan sonra (üretim yeri olarak BAYRAMPAŞA’daki adreslerini gösteriyorlar) bizlere afiyetle yediriyorlar.

Carrefour ve diğer tüm zincir mağazalarda POLONEZ’in uyguladığı benzer taktikleri uygulayan NAMET bugün kapasitesinin 3 kat üzerinde üretim yaparak gururla ülkemizi temsil ediyor!..

Peki,Cem YILMAZ’ın dedigi gibi janjanlı ambalaja sahip NAMLI pastırmaları’ nın sahipleri olan Engin & Esen Mepa Kardeşlerin aynı zamanda Çorlu’daki domuz çiftliklerinin yarı hissesine sahip olduklarını da biliyor muydunuz?

2000 yılında patlak vermiş olan kaçak Buffalo (Yaban Öküzü) etlerinin de NAMLI pastırmaları’ nın sahipleri olan Engin & Esen Mepa Kardeşler tarafindan getirildiğini hatta Bayrampaşa’daki imalathanelerinin Gazetecilerin ve Kameralarin gözü önünde basıldığını, Engin Mepa’nin Show TV’ye, o dönemin 1 trilyon lirayı kendi elleriyle hediye ettiğini, sonra da Milliyet, Hürriyet ve Sabah gazetelerine verdikleri dev ilanlarla TÜM OLANLARIve BASKINLARI yalanladıklarını biliyor muydunuz?

NAMLI Pastırmalarının hem % 5 hissesine sahip olan, hem de İmalat Müdürlüğünü yapan “Muzaffer ….” adındaki şahsın aynı dönemde kardeşi ile Bağcılar semtinde açmış olduğu imalathanede At ve Eşek etinden yaptığı pastırmaları dilimleyerek Zincir Marketlere sattıklarını biliyor muydunuz?

2004 yılında da Uğur DÜNDAR ekibi tarafından BASILARAK ekranlarda gösterildiğini hatırlayabildiniz mi?

Domuz konusunda herkes topu başkasına atıyor! Bu noktada tüketicinin yapması gereken şeyi Çevre Saglık İl Müdürlüğü Gıda ve Çevre Kontrol Şubesi

Müdürü İrfan YILMAZ özetliyor:

‘- Piyasadaki etleri denetlemek mümkün olmuyor.’ ‘Kısacası ne yediğinize dikkat edin. Çok emin olmadığınız ve bilmediğiniz markaların ambalaj güzelligine kanmayın.’
Ömer KIZILIRMAK
TÜBITAK-SAGE Planlamalar ve Kalibrasyon Birim Amiri

7.07.2011