Eski Delhi’de Bir Otel

Hindistan’a gidenlerin, temizlik konusunu bir kenara bırakmalarında fayda var… Bombay’da, arkadaşım, Delhi’ye giderken otel rezervasyonu konusunda yardımcı olacağını söyledi. Seyahat acentasını arayıp bize, GÜZEL bir otel ayarlamasını söyledi. Otelin detaylarını alıp, uçağa atlayarak, Delhi’nin yolunu tuttuk.
Havaalanından taksiye binip, otelimizin bulunduğu, ESKİ DELHİ bölümüne geldik. Eski Delhi, adı üzerinde, meğerse çok eski bölümüyöüş kentin ve altyapısı ve standartları normalin altında olan bir bölgeymiş..
Otele geldiğimizde, dış görünüşü insanı aldatabilir, belki içi mükemmeldir diye hayal ederek kendimizi avuturken, odaya bir çıktık ki ne çıkalım. odada bir klima bile yok. Yatak çarşafı büyük ihtimalle bir haftalık değişmemiş, ve yıkanmamış. Hava 42 derece sıcak ve klimasız bir oda.
İnsanın bilmediği bir yere akşamüstü varması kadar kötü birşey olamaz. Çaresiz geceyi o odada geçirmek zorundaydık, ertesi sabah bir çaresine bakacaktım bu olayın, ama düşünsenize, eşim yanımda ve biz böyle mükemmel bir yerde, mükemmel bir tatil geçirmekteyiz.
Yatak çarşafını uyumak için açan eşim, pisliği görünce, sinir krizi de geçirincee, gecenin en güzel bölümü başlamıştı. Neyse öyle böyle bir şekilde sızdık ve uyumaya çalıştık. Gece defalarca uyandığımı hatırlıyorum. 40 derece sıcaklıkta , yani hamamda nasıl yatılırsa öyle yatıyorsunuz düşünsenize……
Neyse, ertesi sabah çok şükür o mükemmel otelden kurtulduk… Otel konusunda Hindistan’da dikkatli olun. Seyahat acentaları bile bu şekilde yanlışlıklar yapabiliyor kolaylıkla….

2.11.2002

Agra Macerası – (Trende)

Delhi’den Agra’ya trenle gidecektik. Sabah, istasyona geldiğimizde, gördüğümüz manzara içler acısıydı.
İnsanlar, aktarma yapacakları trenleri beklerken, beton üzerine, sereserpe yatmışlardı. Trenimize doğru yürümeye çalışırken, bir taraftan bavullarımızın yerde yatan insanlara çarpmamasına çalışırken, diğer taraftan kalabalığı nasıl yaracağımızın hesaplarını yapmak zorundaydık.
Anlatılması imkansız bir sahneydi bu!

2.11.2002

Agra Macerası

Delhi’den bindiğimiz trenle, birkaç saat sonra, Agra İstasyonu’na varmıştık. Eşyalarımızı alıp istasyon kapısına geldiğimiz anda, onlarca taksi ve RİKŞA (motorsikletten bozma taşima aracı) şoförleri üzerimize çullandılar..
Birisi çantaya yapışmış, diğeri elimi tutuyor, ötekisi aradan diğer kolumu yakalamaya çalışıyor…
Olayı bilen tecrübeli turistler, şoförlere bağırarak yanlarından uzaklaştırdılar…Tecrübesiz biz ise, nazikçe, lütfen! Bir dakika! diyerek dert anlatmaya çalışıyorduk.
Sonunda birine, Taj Mahal’a ne kadara götüreceğini sordum. Akşama kadar gezdirme, gittiğimiz heryerde bizi bekleme, akşam da istasyona kadar getirmeye, sadece ve sadece 2.5 dolara anlaştık. Düşünsenize ne kadar ucuz!
Gerçekten de, anlaştığımız gibi, Rikşa şoförümüz bizi heryerde bekleyerek, istasyona kadar getirip, yolcu etti.

2.11.2002 

Atalarımız Meğerse Neymiş?

Malezya’da çok hoşumuza giden bir Cami’de namaz kılmak gelmişti içimizden…Hemen abdest alıp, içeri dalmıştık. Cemaat dağılmıştı , fakat 5-10 kadar kişi bizim gibi geç kalmıştı. Haydi cemaat yapıp, hep birlikte kılalım dedik.
– Nereden geliyorsunuz? dediler.
– Türkiye’den, Türküz dedik.
– O zaman, imam sizden biri olmalı dediler..
– Ne alaka? Neden biz? Neden siz değil? Farkımız ne?
– Namazı siz kıldırmalısınız, çünkü SİZ OSMANLI TORUNLARISINIZ!!!!
dediler.. Haydi buyurun bakalım!

Atalarımızı galiba çok kötü tanıtıyorlar birileri bizlere…………

2.11.2002

Tarihten Alınan Ders

Kore’de bindiğimiz takside şoför nereli olduğumuzu sordu. Türküz dedik. Başladı sorular sormaya..
– Sizin araba sanayiniz var mı?
– Ekonominiz bizden düşük değil mi?
– Sizde bu var mı? Şu var mı? Kore’de hepsi var, biz sizden daha moderniz, daha ileriyiz …
Olay gittikçe fanatik milliyetçiliğe doğru giderken, Kore Savaşında onlar için en çok asker gönderen ülkelerden birinin Türkiye olduğunu hatırlıyor musun? diye sorunca, o anda kendine gelen şoför:
– Haklısınız ya! Siz olmasaydınız biz bugünlere gelemezdik..Siz, çok büyük bir milletsiniz, şöyle ulusunuz, böyle delikanlısınız diye methiyeler dökmeye başladı…

2.11.2002

Can Acısı

 Nepal’de katıldığımız SAFARİ Turu sırasında, rahat dolaşmak amacıyla şort ve sandalet ayakkabı giymiştim. Hafif çiseleyen yağmur altında, sabahın ilk ışıklarıyla başladığımız orman keşif yürüyüşü sırasında, ayak parmağımın arasında iğne batmışçasına bir sancı hissetmiştim. Bir müddet bu şekilde yürümeye çalıştım ama durum gittikçe kötüleşmeye başlayınca, grup liderine olayı anlattım, galiba ayağıma birşey batmıştı.
Ayak parmağımı şöyle biraz aralayınca arada simsiyah bir sülüğün arada yerleşip, kanımı emdiğini görünce, hem biraz şaşırmış , açıkcası biraz da ürkmüştüm.. Sülük kanı seven bir hayvan..bunu biliyorum zaten ama kanı emilen ben olunca olay biraz farklı tabii ki….
Grup lideri sülüğü tutup etimden kopartmaya çalışırken dudaklarını, hayvan lastik gibi uzamıştı. ilginç bir sahneydi, neyse olayı çözüp yolumuza devam etmiştik.

2.11.2002

Singapur’da Sakız Sorunu

Singapur’a ilk gittiğimde canım ciklet çiğnemek istediğinde, doğal olarak markete gidip, kasa önünde olmasını umduğum ciklet paketlerini ararken, maalesef hayal kırıklığı ile karşılaştım. Ciklet yoktu..Sağa baktım, sola baktım…Başka marketlere de baktım…yok…yok….
Daha sonra öğrendim ki, Singapur’da ciklet satışı yasakmış. Ülke içinde temizliği bozduğu düşünülerek yasaklanan sakızı maalesef çiğneme şansım olmadı….
Döner dönmez ilk işim markete gidip birkaç paket sakız almak olmuştu.

2.11.2002

Kemer

Antalya’ya uçakla gidiyorsanız, taksi fiyatlarının yüksek olduğunu bilerek gitmenizde fayda var.

Turistik bir yer olduğu için, fiyatlar Euro üzerinden fikslenmiş durumda. Mesela Antalya-Kemer arası 40 kilometrelik bir uzaklık ve taksi fiyatı 50 Euro.

Kaldığım otel ile en yakındaki kasaba arası sadece 3 km olmasına rağmen taksi fiyatları İstanbul’dan daha pahalıya geldi.

Anadoluda fiyatlar İstanbul’dan ucuzdur deyip, nakit paranız olmadan çıkmayın yola derim.

Antalya- Kemer arasında yol çalışmaları yüzünden öğle saatlerinde bazen yollar trafiğe kapatılarak, yol çalışması yapılıyor, programınızı yaparken bu noktaya dikkat etmenizi tavsiye ediyorum.

22.07.2004

Konya Karapınar Meke Gölü

Konya’nın Karapınar ilçesi yakınlarında, yeryüzünde eşini bırakın, benzerini bile bulamayacağınız bir jeoloji harikası yer alıyor… Bir fötr şapkayı andıran Meke Gölü, aslında iç içe oluşmuş iki volkan krateri. Değeri asla parayla ölçülemeyecek olan Meke Gölü, turistik açıdan da büyük öneme sahip…

Meke Krater Gölü kendisini ziyarete gelen yerli ve yabancı turistleri kendine hayran bırakan vahşi doğasıyla Anadolu’nun uçsuz bucaksız bozkırında yapayalnız bir dev…

Kendi ile baş başa kalmak isteyenler için Karapınar’a Tanrı’nın bir lütfü Meke. Yıllardır kara talihini aklamak için uğraş veren Karapınar’a verilmiş en güzel hediye olsa gerek.

Yürüyüş sporları,Camping ve fotoğraf sanatı tutkunları için eşsiz bir değer.Biz Karapınarlı iki genç olarak Meke Krater Gölü’nün tüm Türkiye ve Dünya çapında tanıtılmasını umut ediyoruz.Buraya gelecek insanlara her zaman ne şekilde olursa olsun yardıma açık olduğumuzu belirtir,şahsınıza şükranlarımızı sunarız.

Celal CEYHAN-Muhammet METE
KONYA/KARAPINAR

Bir tabiat harikası: MEKE GÖLÜ VE KRATERİ

Meke’nin flamingoları

100’e yakın kuş türünün bulunduğu Meke Gölü’ne son yıllarda flamingolar da gelmeye başladı. Flamingoların gelmesiyle göl, yerli ve yabancı ziyaretçilerin akınına uğradı.

Bugüne kadar tanıtımı yapılamayan Konya Adana yolu üzerindeki Meke Gölü, dünyada eşi benzeri olmayan olağanüstü bir doğa harikası. Gölün tam ortasında bulunan Meke Krateri ile ilginç bir görüntü sergiliyor. Gölün kenarındaki sazlıkların arasındaki flamingolar ise ayrı bir güzellik oluşturuyor.
Bugüne kadar 100’e yakın kuş türünün bulunduğu Meke Gölü’ne son yıllarda flamingolar da gelmeye başladı. Ağustos ayında Meke’ye 100 civarında flamingo geldi. Flamingoların gelmesiyle göl, yerli ve yabancı ziyaretçilerin akınına uğradı. İnce, kırmızı, narin bacaklı flamingolar, kanatlarını açtıkları zaman beyaz üzerindeki turuncu ve siyah renkli tüyleriyle muhteşem bir görüntü oluşturuyorlar. Meke’nin yeşil renkli, tuzlu suyunun yüzeyinde süzülen flamingolar, gölün kıyısında küçük su böcekleri ile besleniyor ve bir tehlike hissettikleri zaman gölün ortalarına doğru dans eder gibi, sessiz bir şekilde süzülüyorlar.

Flamingolar ile birlikte, sadece Meke Gölü’nde yaşayan, adını da Meke’den alan Meke kuşları, flamingolar ile birlikte gölün yüzeyinde yaşıyor.
Meke Krateri, 25 metre derinlikte gölün yüzeyinde bir koni gibi yükseliyor. Meke’nin üzeri kızıl kahverengi, mor, kırmızı ve siyah renkli volkanik taş parçaları ile kaplı. Bu renkler Meke’nin bir volkanik dağ olduğunu hemen belli ediyor. Volkanik taşlardan oluşan krater, şiddetli yağmur sularını emecek güce sahip. Meke Gölü içinde büyük kraterin dışında küçük adacıklar da bulunuyor. Yüz yıllardır hiç bozulmadan kalmış olan göl üzerindeki kraterde, daha birçok kuş yaşıyor. Angıt, Suna, Uzun bacak, Su Çulluğu, İbibik, Kaya Kartalı Mısır Akbabalarının yanı sıra krater yamaçlarında yuva yapan Kerkenez, Kızıl Şahin, Kınalı Keklik, Yeşil Karga, Kaya Güvercini Kılkuyruklu Şakrak Kuşu dünyada ender görülen kuşlardan. Göç zamanları Flamingolar ile birlikte Orta Afrika’dan gelen Karakulak, Kuyrukkakan nadir rastlanan ötücü kuş türlerinden

Türkiye’nin önemli kuş alanlarından biri olan Meke Gölü ve çevresi Karapınar ilçesinde bulunan askeri birlikler tarafından ağaçlandırılarak gölün etrafında bir yeşil kuşak oluşturuyorlar. Yıllar sonra ağaçların da büyümesiyle bölge ilginç kuş cennetlerinden biri olabilir.

Meke Gölü Konya’ya 100, Karapınar ilçesine ise 8 km mesafede. Karapınar ilçesinde konaklamaya müsait tesislerin olmaması nedeniyle Konya’dan günübirlik turlar düzenleniyor. Meke Gölü civarında sadece bu bölgeye özel ve dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan obruklar bulunuyor. Çapları 100 ila 200 metreyi bulan bu çukurlar, görülmeye değer tabiat harikaları.

KAYNAKLAR:
Hürriyetim.com
Mehmetelmas.com

12.06.2004

Peygamberler Şehri

Sanliurfa, her kosesiyle tarih kokar. Modern Turkiye`nin Klasik görünümlü şehridir Şanliurfa. Biraz Anadolu kokar, biraz Arabistan, biraz mistik, biraz hareketli…..
Turkiye’de Çok şehir görmüşümdür, fakat Şanliurfa denince içimi nedense bir sicaklık kaplar. Belki manevi havasindan olsa gerek bu şehire her gittiğimde nedense sanki kendi memleketime gitmişcesine bir sevinç kaplar içimi.
İlk 1982 yılında henüz daha ortaokula başladığımda gitmiştim Urfa’ya (O dönemde henüz ŞANLI değildi:))) Ablamların tayini buraya çikmis ve ben de esyalarla beraber kamyona bindirilmiş ve yollanmıştım bir güzel Urfa şehrimize.
Birçok kereler bu güzel şehrimize gitmek nasip oldu ve her seferinde değişik güzelliklerini tanıma imkanım oldu.
Şanlıurfa denince akla ilk gelen HALİL İBRAHİM Mağarası ve BALIKLI GÖL’dür. Halil İbrahim magarası, hikayesiyle ünlüdür. Nemrut, rüyasında gördüğü ve kahinlerin “bu yıl doğacak bir erkek çocuk seni öldürecek” kehanetiyle tüm doğan erkek çocukları öldürtmeye başlar. Hazreti İbrahim dünyaya gelince annesi onu Halil İbrahim Mağarasına saklar. Burada geyik sütüyle beslenen Hz. İbrahim daha sonra saraya alınır. Nemrut nedense öldürmez onu. Hatta yanında görevlendirir. Sevdiği kişilerden biri olan Hz. İbrahim Peygamberliğini ilan edince çıldıran Nemrud, onu öldürmekten başka bir çare bulamaz ve kaleye iki adet mancinik yaptırır. Kalenin alt bölümüne odunlar koyulur ve yakılır, Hz. İbrahim, mancinıkların arasından yay yardımı ile firlatılır ateşe, fakat İLAHİ hikmet sayesinde , bir mucize gercekleşir ve ateş suya, odunlar balığa dönüşür ve Hz. İbrahim’e hiç birsey olmaz. Daha sonra Nemrut’u öldüren Hz. İbrahim kehanetin de gerçekleşmesini sağlar.
Balıklı Göl, gerçekten ilginç bir yerdir, buradaki balıkların gövdelerinde lekeler vardır. Bu lekeler sanki yarı yanmıs bir odun parcası gibi
şekildedir. Balıklı Göl şuanda buraya gelen ziyaretçiler için bir dinlenme yeri haline gelmiştir. Yanıbaşındaki
kafeteryalarda dinlenip, kahvenizi yudumlayabilirsiniz.
Şanlıurfa`da minibus duraklarında ilginç bir olay gelmişti başıma, anlatmadan geçemeyeceğim… Minibüste çalışan muavin “YUBI, YUBI, YUBI” diye bağırıyordu. Acaba YUBI ne ola ki? diye kendi kendime sorarken, minibüsün önündeki tabela yardımıma yetişti. EYUBIYE yazıyordu:)) YUBI=EYUBIYE…
Eyubiye semti de ilginç bir semt çünkü Hazreti EYÜP Peygamber buradaki mağarada hastalığını geçirmistir. Vücudu tamamen yarayla kaplanan Hz. Eyüp sabrı ile , YARADANA hiç şikayet etmeden senelerce burada yasamış ve en sonunda imtihanını geçmiş ve tüm yaraları şifa bulmuştur. Halk tarafindan şifalı olduğuna inanılan bu mağaraya hastalar getirilmektedir.
Şanlıurfa’da KAPALI ÇARŞI kesinlikle kaçırılmaması gereken bir noktadır. Ben bu çarsıyı şans eseri görmüştüm, içeri girdiğimde kendimi ARAP filmlerindeki şehirlerde sandım. Fotoğraf makinenizi doldurun ve dalın içeriye. Epey karmaşık olmakla beraber bu çarsi cok hoş ve ilginç. Tütün sarma konusuna ilginiz varsa buradan KAÇAK TÜTÜN almayı unutmayın.
Eskiden ithalatın kolay olmadığı dönemlerde KAÇAK Malların sınırdan getirildiği yer olan KAPAKLI PASAJI gerçi şu günlerde eski önemini kaybetsede bir bakmakta 1982 yılında bu çarşı o kadar kalabalıktı ki anlatamam… Benim de hayatımdaki, ilk aldığım fotoğraf makinesi bu pasajdan olduğu için KAPAKLI PASAJI’nı unutmam mümkün değil.
Adını hatırlayamadığım bir otelde kalmıştım bir seyahatim sırasında. Kapaklı Pasajına gelmeden. Ortasında avlusu olan, akşam avluda bir kahve içtim. Seneler geçti halan o kahvede aklımda o avluda. Adını hatırlarsam burada kesinlikle yazacağım. Eski ve nostaljik bir havası olan bu otel bence 5 yıldızlı otellerden farklı bir havası yüzünden seçilebilir.
Şanlıurfa son yıllarda mükemmel bir kalkınmaya başladı, Şehrin ortasından geçen kanalizasyon deresi islah edilmişti son gittiğimde. Yollar güzelleşmiş, otoparklar yapılmış, şehir daha bir hoş havaya bürünmüştü. Belediye Başkanı`nı kutlamayı bir borç biliyorum.
Şanlıurfa’nın Temmuz ve Ağustos ayları tam bir cehennem sıcağıdır. Hatırlarım…bir ramazan ayında buradaydım..saat 3 gibi dilim kurumuş bir şekilde surahiyi hayal ediyordum karşımda…Zaten saat 1-4 arası sokağa çıkmak fazla tavsiye edilmez ve genelde esnafta bu saatlerde oturmakla geçirir vakti.
Urfa Kalesi 4000 senelik tarihi ile oldukça eski bir tarihi eserdir. Kalenin arka tarafına dikkat edilirse mağara evler görülür. Ünlü sanatcımız İbrahim Tatl
ıses’te bu tip bir evde doğduğundan bahsetmisti, halen yaşayanlar var. İbrahim Tatlıses dedim, bu şehirde İbrahim Tatlıses denilince bir farklı sevilir. Hatırlıyorum bir seyahatimde kaseti yeni çıkmıştı.. Tüm sokaklarda, dükkanlarda İbrahim Tatlıses çalıyordu. Bu sevginin nedeni nedir dediğimde aldığım cevap ilginçti. İbo Urfa`ya çok hizmet etti, çok fakirlere yardım etti denildi. Demek ki sevgi körü körüne değildi. Kutlarım.. Kısa bir not daha söylemeden geçemeyeceğim. Japonya`da bir Iran`lı işçi ile tanışmıştım. Türk olduğumu söyleyince İbrahim Tatlı ses demişti direk…Adam taa Japonya`da bile ünlü. Yiğidi öldür hakkını yeme.
Şanlıurfa, birçok yönden ilginizi çekecek bir şehir. Gidin ve yazdıklarıma hak verin:))
Saygılarımla,

30.07.2002